Eğer Tasavvuf’un belli başlı bir yöntemi varsa, o da sevginin ve varlığın gelişimidir. Sadece varlık, bizi dünyanın köleliğinden ve psikolojik değişimlerimizden uyandırabilir. Ve sadece sevgi; kozmik sevgi, İlahi olanın bilincine varmamızı sağlayabilir. Sevgi, zekanın en yüksek etkinleşme halidir çünkü sevgi olmadan manevi olsun, sanatsal olsun, sosyal ya da bilimsel olarak yüce olan hiçbirşey gerçekleştirilemez.
Tasavvuf, sevenlerin yoludur. Aşık, sevgi ile arınmış, kendisinden ve niteliklerinden özgür ve tamamen dikkatini, Sevilen’e vermiş bir haldedir. Yani, mutassavıf, kendi niteliklerinden hiçbirine esir değildir çünkü olduğu ve sahip olduğu herşeyin Kaynağa ait olduğunu görmektedir.
Büyük Mutassavıfların sözleriyle anlatmak gerekirse: “Sufi, her iki dünyada da Allah’tan başka birşey görmez.” Ebu Muhammed Muta’nın sözleriyle: “Sufi olan odur ki, düşüncesi ayağı ile aynı hizada gider – yani tamamen andadır: ruhu, vücudunun olduğu yerde ve bedeni ruhunun olduğu yerdedir ve ruhu ayağının olduğu yerdedir ve ayağı ruhunun olduğu yerdedir. Bu yoklukla varolmanın işaretidir. Diğerleri tam tersini söylerler: ‘Kendinden namevcut fakat Allah’la mevcuttur.’ Öyle değildir: kendisiyle mevcuttur ve Allah’la mevcuttur.”
İçinde yaşadığımız kültür, maddeci, nevrotik derecede bireyci, yabancılaştıran, narsist ve aynı zamanda korku, utanç ve suçluluk duygusu ile yönetilen bir kültür olarak tanımlanmaktadır. Bir Mutassavıf’ın bakış açısına göre, insanlık bugün en büyük zulmün altında acı çekmektedir, yalnış nefs dediğimiz şeyin yani egonun zulümünün altında. Sayısız yalnış idollere tapıyoruz ve bunların hepsi de yalnış nefsin çeşitli suretleridirler.
“Sevgi ile varolma” fikri belki de maddeciliği, bencilliği ve çağımızın bilinçsizliğini yenmek için en temel tedavi yöntemidir. Kendi yanlış nefsimize olan takıntımızla ve Allah’a arkamızı dönmekle kendi öz Benliğimizi, kendi ilahi kıvılcımımızı yitirdik. Allah’ı unutarak, kendimizi unuttuk. Allah’ı hatırlamak kendimizi hatırlamanın başlangıcıdır.